16
22 Haz 2020
Kazıda 'Abi O Kız Size Bakmaz' Dememle Başlayan Grev ve Jandarma Müdahalesi
2013 yılında da her tatilde olduğu gibi köydeyim. Köyde yapabileceğiniz şeyler sınırlı olduğu için sıkılma ihtimaliniz de çok yüksek. İşte o ihtimal beni iki hafta boyunca geceyarısı 4'te uyandırarak güneşin batışına kadar çalıştıracak bir serüvenin içine sürükledi.
Köye yakın bir arkeolojik kazı alanında çalışacak amele aradıklarını duydum ve hemen başvurumu yaptım. Neden kabul edilmeyeyim ki? Çünkü 8 saatlik mesainin ardından sadece 20 lira yevmiye veriyorlar. Öğrenciliğim bitmiş ve artık teorik bilgimi pratiğe dökmenin vakti gelmiş. Tek sorun, ihtisasımın başka bir alan üzerine olması.
Kabul edildim ve Demir ve Tunç Çağı'ndan kalma materyalleri bulmak için alanda çalışmaya koyuldum. Kazı 6 farklı bölgede gerçekleşiyor. Her ekibin başında bir sorumlu, her sorumluya bağlı yaklaşık 8 çalışan var.
Kazının başkanı daha sonra karşı karşıya geleceğimiz ABD'li bir abimiz. Kazıda en sevdiğim kişi ise bizim ekibimizin başındaki Fransız dostumuz. Böyle farklı farklı milletlerden birçok insan var. Tabii Türkiye'nin üniversitelerinden pek çok öğrenci staj için orada. Profesyoneller de mevcut. Birçoğunun ismi aklımda ama paylaşmamanın daha doğru olacağını düşünüyorum.
Her sabah diğer çalışanlar ile beraber sabah 5'te kasabada toplanıyoruz ve servislerle kazı alanına götürülüyoruz. Güneşin ufukta görünmesi ile beraber kıçımıza doğru terler süzülmeye başlıyor. Başımızda bezler, çapayı, fırçayı vurdukça topraktan değil tenimizden bir şeyler çıkıyor. Ufak sigara molaları dışında sürekli yanma halindeyiz. Kazı sorumlumuz Fransız centilmen ile muhabbetimizi yapıp genellikle siyaset konuşuyoruz. Fakat herkesin aksine bana bir şeyler ters geliyor.
Bunların başında da yevmiyeler geliyor. Herkes aynı ücreti alıyor. Bir gün çevre köylere gidip, tarlada çalışan diğer yevmiyecilerin ne kadar ücret aldığını araştırıyorum hepsi en kötü ihtimalle benzer emeklerle bizim iki katı ücretimizi alıyor.
Çalıştığımız alandaki halkın profilini şöyle anlatayım. Sıcaktan dolayı atletle çalışmaya başladığınız an köy içinden 'Anamız, bacımız var' şeklinde bir uğultu yükseliyor. İtiraz edebilecekleri tek şey belki de bu müstehcenlik. Daha sonra kazı alanındaki ücretlerin geçmiş yıllarda ne kadar olduğunu araştırıyorum.
Buna çok şaşıracak olabilirsiniz ama her yıl sadece 1 liralık zam almışlar. Ne para ama... Bu rahatsızlığımı önce aynı ekipte bulunan kişilere dile getirip bunun pek de insani olmadığını anlattım.
Daha sonra durumu ekip sorumlumuzla paylaştım demeyi isterdim ama hatırlamıyor ve sanmıyorum. Bir gün paydos yapıldıktan sonra araba ile çevre köylerde de yaşayan çalışanları toplayıp ücrete itiraz etmemiz gerektiğini anlattım. Birkaç kişi dışında herkes benimle hemfikirdi. Çünkü insanın insana reva gördüğü bu düzen pek insanca değildi.
İtiraz edenler ise iki yakın arkadaş. Kazıdan ismi 'Varsayalım Sibel'e abayı yakmışlardı. Varsayalım Sibel Türkiye'deki üniversitelerden birinin arkeoloji öğrencisiydi. Her gün güneşin altında saatlerce çalışmamıza rağmen bronzlaşmayan kendinden emin bir tendi Varsayalım Sibel'deki. O tozun toprağın içinde bulunabilecek en güzel eser. Tunç Devri falan hikaye, Taş Devri'ndeyiz hala bir nevi... Bakan da taş, baktıran da... Biz ücretlere itiraz edip iş bırakınca zannediyorlardı ki 'Varsayalım Sibel' gözyaşları içinde kazıyı ve köyü terk edecek. Pek insaflı olmayan bir şekilde onları da 'Abiler o kız size bakmaz' diyerek sevgilerini öfkeye, öfkelerini de sınıf mücadelesindeki yakıta dönüştürdüm. Sonunda hepimiz hazırdık en azından herkesin tek tek fikrini almış ve motivasyonumuzun bu yönde olduğunu anlamıştık.
Gün döndüğünde, hepimiz her zaman olduğu gibi işe gideceğiz ve mola vaktimizde iş bırakıp ücret talebimizi dile getireceğiz. Akşam belediyenin misafirhanesinde kalan as kazı kadrosunun yanına gidip biraz lafladım ve Fransız'a 'Grev hakkında ne düşünüyorsun?' diye sordum. O da sorumun anlamsızlığını sorgulamadan 'Grev için güzel bir gün' yanıtını verdi. Biralarımızı içip güldük. Ahaliyle vedalaşıp köye döndüm ve yarın olacakları düşündüm. Her yıl birer lira zam alan köylü kardeşlerimizin yarın iyi bir zam alarak mutlu olacakları hayaline sarılarak uykuya daldım.
Çalışmanın ikinci haftasında ortada grev olduğunu belirtecek hiçbir şey yok, her şey olağan akışındaydı. Mola vakti kendi alanı dışında bir yere gitmeyen tüm çalışanlar o gün hep beraber azıklarımızı ortaya koyduk ve önce karnımızı doyurduk. Daha sonra köyün ileri gelen abileri tercümanı çağırdılar. Hep beraber altı üstü minik bir zam olan talebimizi ilettik ve iş bıraktığımızı söyleyerek alanlara geri dönmedik. İş o gün artık bitmişti. Yarın talepler karşılanırsa iş devam edecekti. Toplandığımız alanda bunları konuşurken devam etmek isteyen birkaç kişi alandan elbette çıkmamıştı. Olsundu. Eğer istediklerimiz olursa zam herkese yapılacaktı.
Tüm kalabalık gölgede beklerken, uzaktan jandarmanın geldiğini gördük. İki minibüs, asker ve başlarında bir komutan ile aramıza girdiler. Önce komutan 'Çökün' dedi. Çöktük, sonra komutan 'kalkın' dedi kalktık. Şimdi biriniz anlatsın dedi ne olduğunu... Anlattım. Bir süre dinledikten sonra 'Arkadaşlar sakin olun' dedi ve ekledi: 'Elin ABD'li köpeği için birbirimize düşmeyelim, çalışmak isteyenleri engellemeyin yeter' dedi ve gitti.
He tabi ya karılar kızlar var diye gidip yüz verilemyince devrimci olmuş götveren.
komutanın çök-kalk yaptırmasına ayrı ayar oldum, seni orada kimsesiz bırakmalarına ayrı.
o iki köylü çocuk umarım avcunu yalamıştır itoğlu itler sinirlendirdiler beni.
ulan o kadar mesainiz vardı kimse sormadı mı cidden?
https://www.youtube.com/watch?v=Rkn19XGU8AQ
ABD'li köpekten kimi kastettiğini elbette anladık. Yorucu bir günün akşamında eve döndüm. Hala ne olacağı belirsizken hayal kuramadan uykuya daldım. Sabah uyandığımda telefonumun onlarca defa arandığını fark ettim. Aynı günün akşamında olaya şehrin müze müdürlüğü de dahil olmuş ve köydeki abilerimizle oturup ücret konusunda anlaşmışlardı. Yine emeklerine biçilecek ücretler değildi belki ama iyi bir zam yapılmıştı.
Sabah yine her zamanki şekilde alana gittik. Bizim alanın yanına siyah bir minibüs yaklaştı ve beni çağırdılar. İçindeki takım elbiseli tipler bunu benim başlatıp başlatmadığımı sordular. Daha sonra kazı yerimi değiştirdiler. Aradan birkaç saat geçmişti ki ABD'li lavuk alana geldi ve benim kovulduğumu eşyalarımı alıp alanı terk etmem gerektiğini söyledi. Eyvallah dedim. Hiç kimse itiraz etmedi. Ne olduğunu kimse sormadı. Biraz kırıldım ama sonuç olarak zam yapılmıştı, yürüyerek köyüme geri döndüm.
Daha sonra öğrendiğime göre ilerleyen yıllarda da bir lira zamla devam etmişler. Kazıdaki ikilinin ve aşık oldukları kızın akıbetini bilmiyorum. Ama sevginin ve doğurduğu kaygının aynı zamanda kerizliğin saf halini o çocukların gözlerinde gördüm. Fransız abimizle ise hala görüşüyoruz. İyi bir insan. Köylüler ne yapıyor fikrim yok. Çünkü o köye son gidişim oldu...
Emegin hakkı ödenmeli, hak edişi kadar ödenmeli ve geciktirilmeden ödenmeli. Emek sömürüsüne ben de karşıyım.
Niye sonu şaşırtmadı acaba? Hemen damgalmışlar seni. Amayaptığın esaslı bir duruş olmuş :) Tebrikler :)