Kurallar belli bir yerde ve zamanda görülen toplumsal sorunların baskın irade doğrultusunda çözümlenmesi için koyulurlar. Yani hiçbir kural yoktur ki çözümlediği sorundan önce varlık göstermiş olsun. Toplumda değişiklikler yaşandıkça mevcut kurallar bir zamanlar yeterli geldikleri sorunları çözemeyecek hale gelir. İşte kurallardan hangilerinin adil olup olmadığını bu değişikliğin yönü, yoğunluğu ve hızı belirler. Buradan çıkan sonuca göre adaletin mutlak, evrensel veya zamandan bağımsız bir kavram olmadığının kabulü gerekir. Bana göre adalet dinamik bir içeriğe sahiptir, bu nedenle onun aranılmadı ya da istenmesi değil yaratılması zorunluluktur. Hukuk ve adalet arasındaki çelişki buradan neşet eder: Hukuk, bir toplumun belli bir dönemdeki toplumsal ilişkiler ağını düzenleyen sistematik kurallar bütünüyken adalet o toplumda yaşanan sorunların yaşanageldiği dinamik ilişkiler ağını kapsama iddiasını taşır. Sözün özü, toplumda adaletin yaratılması için mevcut hukukun sürekli olarak sorgulanması ve sarsılması gerekir. Sorgulanamaz ya da sarsılmaz bir hukuk artık topluma hiçbir fayda getirmez. Ancak hukukun sarsılması ve sorgulanması hukukun çiğnenmesi anlamına gelmez. Adil olmadığı iyi biçimde gerekçelendirilen her kanun çiğnenebilir ve çiğnenmelidir. Güncelden basit bir örnek verelim: Bağımsız Maden İş’te örgütlü Soma’lı madencilerin Ankara’ya yürüyüş kararlılıkları ve Devlete karşı direnişleri Anayasa’ya aykırı şehirlerarası yollarda yürüyüş yasağı getiren hükmü AYM’nin iptal etmesiyle sonuçlandı.