299
3 Haz 2021
Nazım Hikmet Ran...
Nâzım Hikmet Ran ya da Türkiye'den ayrıldıktan sonraki soyadı ile Nâzım Hikmet Borzecki (15 Ocak 1902; Selanik, Osmanlı İmparatorluğu - 3 Haziran 1963; Moskova, SSCB), Türk şair ve yazardır. Komünist siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış ve yetişkin yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiştir. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır.
Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. İt Ürür Kervan Yürür kitabı Orhan Selim imzasıyla çıkmıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.
Şiirleri yasaklanan ve yaşamı boyunca yazdıkları yüzünden 11 ayrı davadan yargılanan Nazım Hikmet, İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre yattı.1951 yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarıldı; ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile bu işlem iptal edildi. Mezarı Moskova'da bulunmaktadır.
Bildiğiniz üzre memleketimizde sanatçıya çok da önem verilmiyor, biz halk olarak unutmayalım unutturmayalım. Evet bugün 3 Haziran, Nazım Hikmet'in ölüm yıldönümü. Ve onu, onun güzel şiirleriyle anma vaktidir.
Kerem Gibi
Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum...
O diyor ki bana:
- Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem
gibi
yana
yana...
"Deeeert
çok,
hemdert
yok"
Yürek-
-lerin
kulak-
-ları
sağır...
Hava kurşun gibi ağır...
Ben diyorum ki ona:
- Kül olayım
Kerem
gibi
yana
yana.
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl
çıkar
karan-
-lıklar
aydın-
-lığa..
Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum.....
N.H.R.
Bonus*
https://youtu.be/-q2dpTJ5lYU
Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum,
fakat aslâ ümitsizliği değil...
İlk şiirden son yazdıklarına kadar vatan sevgisini, insanca bir yaşamı, eşitliği, özgürlüğü ve elbette hasreti, erimiş cam gibi ruha akıtan yeryüzünün tüm duygularına, hüzünlerine, sevinçlerine, mücadelelerine ses olan; Türk şiirinin en büyük ismi, dünyanın en önemli şairi.
Elliden fazla dile çevrilen şiirleri farklı formlarda bestelenerek Ruhi Su, Genco Erkal, Zülfü Livaneli, Fazıl Say, Cem Karaca, Fikret Kızılok, Ünol Büyükgönenç, İlhan İrem, Esin Afşar, Edip Akbayram, Selda Bağcan, Ahmet Kaya, Joan Baez, Suavi, Manos Loizos, Fuat Saka, Maria Farantouri, Ezginin Günlüğü, Yves Montand, Grup Yorum, Hakan Yeşilyurt, Juan Carlos Baglietto ve Solleville gibi sanatçılar tarafından yorumlanmıştır.
Siyasi düşünceleri nedeniyle hapiste yatmış, ömrünün büyük bölümünü sürgünlerde geçirmiş, 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkarılmış, ölümünden 46 yıl sonra da (2009) vatandaşlığı geri verilmiştir.şiirlerini yasaklı olduğu yıllarda farklı isimlerle okuyucusuyla buluşturan Nazım Hikmet, bunun dışında roman, öykü, oyun vb. gibi yazın alanlarında da sayısız yapıtlar vermiştir. kafatası, bir ölü evi, unutulan adam ve ferhat ile şirin'in de aralarında bulunduğu 22 tiyatro eseri, türkiye'nin yanı sıra polonya, rusya, macaristan, almanya ve çekoslovakya'da sahnelenmiştir.
Nazım hikmet adına ödül alan ve, "onun yanında biz şair bile olamayız" diyen Pablo Neruda ile birlikte;
Jean Paul Sartre da ölümünden sonra şöyle söylemiştir; "vefalı dost, yiğit savaşçı, insan düşmanlarının amansız düşmanı", her yerde insana hizmet etmek ama hiçbir şeye kayıtsız kalmak istemiyordu. bilirdi ki insan yaratılmış bir mahluktur ve asla dünyaya hazır gelmiyor. insanın durmadan düşmanla savaşarak kendi kendini yaratması gerekmektedir. sözün kısası, nazım hikmet'in dediği gibi asla uyumamak lazımdır. o asla uyumadı. önemli olan odur ki, ölüm onun ilk ve son uykusu oldu."maalesef, vasiyet ettiği şekilde "anadolu'daki bir köy mezarlığında, bir çınarın altında" yatmıyor.
Ama o, saz kırmayan, kitap yakmayan, güneşe sevdalı, gökyüzüne aşık tüm insanların düşlerinde, gülüşlerinde ve yüreklerinde... “Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi istanbul toprağının…
içimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti…” diyorsun. Ve yine seni anmak senin sözlerinle daha anlamlı.
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
- çürüyen diş, dökülen et-,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet.
Bursa da havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...
VATAN HAİNİ
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne,
kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz,
ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası,
Amerikan donanması, topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Nazım Hikmet Ran❤️
Sevgi saygı ve özlemle...
O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev,
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.
O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan ev...
Stalin için yazdığı bir şiir vardır kendisinin, Türkçesi 'Seçme Şiirler' adlı kitabının Bulgaristan basımında yer alır. Kızıl topraklarda huzur içinde yatsın 🙏
''Hatırlıyorum.
On sekiz yaşımdayım.
Anadolu’dayım.
Anadolu savaşmakta.
Yol boyunca gidiyoruz.
Sıcak. Gölge yok.
Diyor ki yol arkadaşım köylü Mehmed:
“Yakında acılarımız dinecek,
Bolşevikler yardım ediyor bize,
Lenin ve Stalin.
Dökeceğiz gavuru denize.”
Hatırlıyorum.
Moskova’dayım.
Okumaya gelmişim üniversiteye,
onun adını taşıyan.
O gelir,
otururdu bizimle…
Getirmişti belki de postallarında
Tsaritsın çarpışmalarının tozunu.
Bu ceketti belki de üstündeki
Petrograd’ı kurtardığında.
…Aklımda
kapkara bıyıkları,
sakin, dikkatli bakışı.
Nasıl da cesur ve genç!
Öğretmenimiz,
arkadaşımız,
geliyor,
avuçlarının içinde taşıyarak
Lenin’in ellerinin sıcaklığını.
Hatırlıyorum.
Kızıl Meydan. Kar.
Bin dokuz yüz yirmi dört yılı.
Bir adam asker kaputlu
omuzlamış Lenin’in tabutunu.
Hatırlıyorum bu kayalaşmış suratı.
Beyazlaşmış gibi şakakları.
Kardan olabilir mi?
Hayır. Ayrılıktan.
Tuttuğu yastan.
Hatırlıyorum.
İstanbul’dayım.
Matbaada.
Gece.
Basıyoruz anayasayı.
Dizgicinin parmakları
türkü söyler gibi.
Ertesi gün sabah
Türkiye’nin binlerce insanı
okuyor bu satırları.
Ve artık onlar için,
gün daha aydınlık,
denizin enginliği daha mavi
ve bir gün
onların topraklarında da
yaşanacak
böylesi bir bayram.
Hatırlıyorum.
Bursa’dayım. Hapishanede.
Yoldaşlar göndermişti onun portresini,
bir Fransız gazetesinden kesilmiş.
O, ulaştı bana kadar.
Buldu yolunu.
Parmaklıkların ve duvarların arasından sızdı.
Beyaz üniforması üstünde,
yıldızlarıyla göğsünde,
gülümsüyordu başkomutan.
Belli ki çekilmişti bu fotoğraf,
gri kubbesinde Reichstag’ın
Belirdikten sonra
Üç Sovyet askeri
ellerinde askerî kızıl sancakları ile.
Ve bir kez daha,
Volga’da,
birkaç sene sonra,
Stahanovcu şoför Tasya’nın kabininde gördüm
Portrenin birebir aynısını;
O, devam ediyordu gülümsemeye.
Kısa bir süre önce de Pekin’deyken,
Biz, kongre delegeleri,
Gördük onun son fotoğrafını
XIX. Kongre’nin kürsüsünde.
Duruyordu yanımda –
Kolsuz Koreli bir asker,
Fransız bir dizgici
ve Hintli bir şair.
Dedim ki:
“Babamız genç!”
“Gördüm onu Moskova’da, – dedi Fransız, –
delikanlı gibi çıkıyordu merdivenleri!”
Ardından mahcup bir şekilde dedi ki
genç Koreli asker:
“O,
insanlığın hayali.
Hayal dediğin
yaşlanır mı hiç?”
Hintliyse dedi ki:
“O, komünizm gibi
ülkesinin çoktandır yol aldığı;
ve komünizm
sonsuz hayattır,
sonsuz gençliktir,
sonsuz bahardır.”
canlarım benim...
nazım hikmet memleket - memleket nazım hikmet.
ruhun şad olsun canım benim.