kurtisaghost
    Bunun cevabı çok basit aslında: mutsuzluğun da bir endüstriye çevrilmiş olması. Hepimiz doğduğumuzdan beri muntazam şeffaf plastik poşetlerle paketlenmiş duygularımızı kullanarak hayatta kalmaya çalışıyoruz. Sanayi devriminden itibaren yavaş yavaş başlasa da 2. Dünya Savaşı'ndan sonra doğallık tümden öldü ve bu da insan denilen türün hayatta kalma şansını arttırdı. Buna evrim gerçeğinin Yakın Çağ'daki tezahürü de diyebiliriz pek tabii. Sonuç olarak da giderek daha da güçlenen bir dürtümüz var: Otokontrol ihtiyacı. Kabul edelim ki "akışına bırak" devri günümüzde artık tamamen kapandı. Devir hayatı satranç tahtasında oynama devri. Diyebilirsiniz ki önceden bu yok muydu, tabi ki de vardı. Ama insanlığın çok küçük bir yüzdesi bundan muzdaripti. Mesela krallar. Halkların pek çok toplumda düşünmek gibi bir lüksü de yoktu. Ancak artık hepimiz kendi hayatımızın kralıyız, kraliçesiyiz. Ve yine kabul edelim ki bu çok ağır bir sorumluluk. Kimimiz hayatını bu gerçekten kaçmaya çalışarak yiyip bitiriyor, kimimizse onunla yüzleşip pek de bir şey elde edemiyor. İkinci grubun sorunsalı çok ayrı bir konu, ben bizi esas ilgilendiren birinci grup üzerinde yoğunlaşmak istiyorum. KAÇMAK HİÇBİR ŞEYİ ÇÖZMEZ, HATTA DAHA BETER EDER. Bunu artık lütfen kabul edelim. Zira psikoloji 101 gerçeğidir kendisi. Ve tahmin edebileceğiniz gibi hepimiz üzgünüz çünkü kaçıyoruz. Kaçıyoruz ama bizi neyin kovaladığını bile bilmiyoruz. Hatta bir şeyin kovaladığından dahi emin değiliz. Ve tüm bu curcunanın içimizdeki uzay zamanda yarattığı kırılma da çeşitli dışavurumlarla hayatımız üzerinde söz sahibi oluyor. İşte bu tarz bir bilgisizlik, çağımızın en temel mutsuzluk sebebidir.

    Günün En Popüler Başlıkları